Ana içeriğe atla

Küçük Dertlerin İnsanının Boşa Giden Son 24 Saati


  
Ne zaman trafikte bir cenaze arabasının arkasına düşsem koşturduğum hengamenin içinde rahmetliye üzülmeye vaktim olup olmadığına karar veremeden arkasında bıraktığı ertesi günün yalan olmasına üzülmeye başlarım. Yeşil arabanın arka bölümünde fonu yeşil, üzeri sırça sami harfleri ile bezenmiş beze sarılmış tabutun içinde olan merhum bir gün önce neyin peşindeydi acaba sorusu tüm benliğimi kaplar. Erkek miydi, kadın mıydı, kaç yaşındaydı, ulan yoksa bizim jenerasyondan mıydı gibi soruların omur iliğimden geçip korkudan içimi titretmesi, dikiz aynasına attığım periyodik bakış için ya da kullandığım arabanın motorundan çıkan hırıltıyı algılayıp debriyaja ya da gaza basma kararını vermem için gereken zamandan çok daha kısa bir zamanda gerçekleşir.

Arada çaktırmadan ön kabinin sol tarafında oturan cenaze yakınına bakarım. İtiraf edin hepiniz için cenaze aracına arkadan yaklaşırken en sağda, karşıdan gelirken en solda oturan zat, merhumun en yakınıdır. Bu, bilinç altında hepimizce aynı şekilde kabul edilen basit bir kanıdır esasında. Ben izninizle durumu biraz irdeleyerek konuyu bilinç üstünüze taşıyayım, hatta ön yargılarınıza tercüman olayım. Hepimiz için için biliriz ki cenaze aracına ilk önce, - aç parantez kendi bindiğimize araba, merhumun bindirildiğine araç deriz ki ikisi kendi içlerinde ayrılsın kapat parantez -, A noktasından B noktasına götürmekle sorumlu şoför biner, cenaze töreni bütün karmaşası ile devam ederken o araçtan inmez bile, bekler,  sonra cenaze merasimin olmazsa olmazı ve yöneticisi imam herkes ne yapacağını bilemezken son derece kararlı bir kıvraklıkla araca biniverir, ve en son binen aslında bu dünyanın bu noktasında, zamanın o anında o araçta olmak isteyen en sonuncu insandır ki bu da onu merhumun en değerlisi ilan etmek için yeterlidir esasında. Merhumun en çok sevenin aracın ön kabinin en sağ tarafındaki olduğunu cenaze aracı trafikte perdelenene kadar ya da dinlediğim radyo kanalında o reklam jingle’ını hazırlayanların işin ilmine göre bilinçli olarak yerleştirdikleri ve benim her seferinde alık bir balık gibi yediğim bir şekilde bir önceki şarkıdan sonra gelen yeni bir şarkıymış gibi molto veya allegro bir introyla başlayan gerçekte sikindirik bir sigorta reklamının müziğinden ibaret olan gürültü başlayana kadar bunu düşünürüm, sonra alayınız gibi dikkatim dağılır. Paragrafın başında anlattığım travma beni o denli esir eder ki dikkat dağınıklığım hepimizin beyninde her zaman dolaşan saçma sapan kuruntuların, örneğin bir anda benliğimizi kaplayan ya pencereden yağmuru seyrederken kucağımda tuttuğum 3 aylık bebeğimi kucağımdan aşağı fırlatırsam korkusunu bir sonraki an sonsuza dek rafa kaldırmamıza sağlayan mucizevi kuruntu tedavi mekanizması işlemez ve merhumun tam da öleceğini bilmediği son 24 saati içinde dertlendiği şeyler neydi diye kafa yormaya başlarım.

Merakı gidermenin en kolay yolu kameraları bir gün önceye çevirmek olabilir mi ? Yook olmaz, hiç tanımadığım bir insanın hayatına dikiz yapmak benim gibi şövalye ruhlu bir insana yakışmaz. Bu durumda ya kendi hayatıma dikiz yaparak bir simülasyon yapabilirim ya da en iyi bildiğim en mahremimde olan en yakından bütün detaylarını bildiğim insanların hayatlarına onlara çaktırmadan kendi sınırlarımı aşmadan yaptığım dikiz üzerinden çıkarımlar yapabilirim.

Ben ki yirminci yüzyılla yirmi birinci  yüzyılın bir kısmında yaşaması buyurulmuş bunun için de başlangıçta sahipsiz çakıllı kumsalları ve sokakları portakal bahçesi olan sonrasında Rusların sosyal tesisine çevrilmiş Antalya denilen şehirde doğması için yollanmış ölümlü kul, 1993ün bir ilk bahar günü Antalyada ÖSS sınavında iyi puan tutturmuş öğrencileri Amerika’daki örneklerine özenerek kandırmak için davet düzenleyen bir üniversitenin davetine Turgut Özal’ın öldüğü gün yöre esnafının işleri canlansın diye okuduğu okula 200 kilometre uzaktaki Isparta İmam Hatip Lisesinde sokulduğu ÖSS sınavından aldığı şans eseri iyi puanın yüzü suyu hürmetine çağırılmış,  o zamanki velilerinin bütün paralarını sanki Apple’ın geleceğini 1983’de anlamışlar da şirketin kelepir hisselerine yatırır gibi heyecan ve ümitle yatırdıkları çok özel fizikçi Mustafa Çakır hocaya Ben yazar olmak istiyorum, akşam evime geldiğimde viskimi koyayım, kitabımı yazayım, yalnız bunları yaparken de iyi para kazanayım, söyle bana ey hoca ne yazayım diye sormuş, aldığı cevaba dayanarak dünyada alınacak daha iyi eğitim, yapılacak daha iyi bir iş kalmamış gibi elektronik mühendisi olmuş enayi. Bu sözleri söyledikten 20 sene sonra hayat denilen bu çabanın türlü gereklilikleri arasında anca kafasını kaldırabilmiş ve kendisine düdük bir blog sayfası açabilmiş gariban nasıl yapayım da hiç bilmediğim birkaç kaç gün önce göçmüş gitmiş ruhların son 24 saatlerinde başlarına gelecekleri bilmeden peşine üzüldükleri dertleri bileyim, bilsem de nasıl kaleme dökeyim. Ben en iyisi ansızın göçüp gittikten sonra en anlamsız kalan dünyevi dertlerden bir liste edeyim.

Biir. Mayls&Zimiles puanları ile ilgili son 24 saatteki olası kaygı: Ulan biraz daha uçsam da beleşe bir Amerika bileti alsam gidebilir miyim acaba, ama 31 Aralık’ta expire edecek puanlar var. Mardin’deki bayiyi ziyarete gitsem gelsem kaç puan daha alırım ?

İkii. Şirkette dark side’a geçenlerle ilgili son 24 saatteki olası kaygı:  Allah’ım ben bu insanların içinde doğru bildiklerimi nasıl savunabileceğim? Ağzımı açıp gözümü yumsam şirket yönetimi beni işten atar mı ? Doğruluk, dürüstlük, iyilik, akıl bunlara karşı kazanabilecek mi ?

Üüç. Tuttuğu futbol takımının toplamda 120 Milyon TL’yi üleşen futbolcularının o gece kazanmayı beceremedikleri bir maçla ilgili son 24 saatteki olası kaygı: Biz kaybettik ama onlar da geçen Bursa’da puan bıraktılar, biz haftaya bilmem kimi yeneriz, onlar da şunlara yenilirler, esasında keşke biz Arçil’le Şota’yı satmasaydık, ya da Metin Tekin futbolu bırakmasaydı da fuleleriyle soldan atıp sağdan geçseydi, zaten Rıdvan da iğneler yüzünden futbolu erken bırakmak zorunda kaldı ama Tanju’nun Neuchatel’e attığı golün falsonunu bugün bile verebilen futbocu varsa ben yokum, lann su aniden soğudu çok mu uzun zamandır duş alıyorum ...

Döört. Elindeki 3 kuruş parayla kendini illa yapmak zorunda hissettiği yatırım seçeneğinin patlaması ile ilgili son 24 saatteki olası kaygı: Bütün parayı tuttuk Altın’a yatırdık, amcamlar Kumburgaz’daki yazlığı sattıklarında bütün parayı dolara yatırmışlardı, krizden sonra o parayla 2 ev 1 araba aldılar, bizde şans olsa zaten o Kumburgaz’daki ev bize miras kalırdı, ama ben de acaba zamansız mı yatırdım parayı altına, keşke biraz daha araştırsaydım ama. bizim bankanın web sayfasında geçmişe yönelik grafik yok ki arkadaş...

Beeş. Elindeki dünya malından birini ucuza sattığıyla ilgili son 24 saatteki kaygı. Ben esasında ağabeylerime söylemiştim, keşke bu arsayı o mütaahitlere satmasaydık, ne olurdu ki biraz daha bekleseydik, zaten rahmetli babam öleli beri 50 sene oldu, bir 50 sene daha bekleyiverseydik, bir daha sanki mübadele mi olacak da biz bu arsalara elimizdeki kağıdı gösterip devletten beleşe alabileceğiz, gelmişim 70 yaşıma keşke biraz daha bekleyeydim de 1 trilyon nakit alacağıma 1 trilyon 300 bin lira nakit alaydım ahh ahh.

Altıı. Biraz önce bozulan ve hemen tamir edilmesi gereken evdeki hayati cihazın tamirini daha ucuza mal etmekle ilgili son 24 saatteki kaygı. Bizim mahalledeki o servis bozuntusu sahtekar, yakaladı tabi bizi hemen soymaya kalkıyor, esasında şimdi bozulan cihazın sıfırını sahibinden.com’da hiç ihtiyacı olmayan biri beleşe satsa ne olur dur ben oraya bakayım, e-bay’e baksam kesin vardır ama şimdi sadece Amerika’ya ship ediyorlardır, Türkiye’ye shipment’la aynı paraya mı gelir ya da daha ucuza mı ona da bakmak lazım, bir de gittigidiyor’a baksam mı acaba, olmazsa Cumartesi Kasımpaşa’ya gidebilirim ama oradakiler de hep sanayi tipi...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tamamen Irrasyonel Bir Konuda Doğruyu Bulan Adam - Victor Ganz a.k.a.Maldan Anlayan Adam

Karar vermek. İngilizcesi "decide". Latince "decidere" kökünden geliyor. Biraz daha incelerseniz  "de" ve "cedeare" birleşmesinden, yani fazlalıkları kesmek, ayıklamak anlamında olduğunu görebiliyorsunuz. Etimoloji bilimi her zamanki kadimliğiyle bize karar verme sanatının aslında, gereksizleri kesip atıp kendi doğrumuzu bulma işi olduğunu ne güzel açıklıyor.    Oysaki seçim yapmak insan beyni için en zor fonksiyonlardan biri.  Bundan sebep olsa gerek insan yavrusunu kötüye karşı iyiyi, hatalıya karşı doğruyu seçebilsin diye sistematik olarak eğitmeye öğretmeye çalışıp durur ama pek beceremez. Çünkü insanlarlar mantıklı karar veremezler. Nasıl ki burnumuzun dibindeki perspektifin varlığını kavrayıp kağıda yansıtabilmemiz için onbinlerce yıl perspektifsiz resim yapmışsak, günlük hayatta verdiğimiz kararların rasyonel temellere dayanmadığını anlamamız da epey vakit almıştır. Bu konuyu araştıran davranışsal ekonomi günümüzde hala elit üniversitelerd...

En İyi İkinci Dünya Savaşı Filmleri

İkinci dünya savaşı filmi izlemeyi sevmeyenimiz var mı ? Hepimizin kafadan ikinci dünya savaşı filmlerini sevmemizin sanırım en büyük nedeni , düşük bir bütçe, düdük bir ekip ve ekipmanla ikinci dünya savaşı filmi çekilmeyeceğini ve  kendisini baştan sona zengin bir dünyada bulacağını bilmemizdir. Ticari sinema izleyicisi olarak tanımlanan, " sinemayı düşünmekten ziyade düşünmemek için " kullanan kesim için bu tarzdaki filmlerin sonu zaten bellidir ve galibi baştan bilinen bir macerayı izlemeyi seçmek bile galipten taraf olarak ne doğru seçim yapabildiğini kendine kanıtlamaktır aslında.  " Savunma, Atak, Zafer, Çok Yaşa Amerika " döngüsünün dışında kalmayı becerebilmiş, tarihin bu en kanlı devrine damga vuranları kıyasıya eleştirmeyi beceren, bizi kendi içimizde derin bir sorguya sürüklemeyi başaran eserlerse genellikle sinema salonlarına ve televizyon kanallarına ulaşamadan birkaç festivalde boy gösterip ortadan kaybolurlar.  İnsanoğlunun bir yandan ikin...

Bir Milletin İnanılmaz "Sıç"raması - Japon'ların Tuvalet Evrimi

Türkçe ve Japonca'nın aynı dil ailesinden geldiğini ilk farkettiğimde (her iki dil de dünyadaki ender aglunative dillerden) ciddi anlamda şaşırmış, önce kendime bu cahilliğimden ötürü kızmış, sonra da bu harika birlikteliğin altından çıkacak müthiş bilgilerin kokusunu alarak olayı derinlemesine araştırma ihtiyacı duymuştum. Aldığım kokuların beni birazdan anlatacağım konulara sinsice çektiğini bilmiyordum, yanılmışım. İlkin  Türk'ler ve Japon'ların arasında ciddi anlamda benzerlikler olduğunu farketmeye başladım.  Sonra işi biraz daha derinleştirince esasında hem Japon'ların hem Kore'lilerin (ki onların dili de aglunative) hem de Türk'lerin Cengiz Han'ın soyunun sağa sola yayılmış parçaları olup olmadığını ölesiye tartışan ve birbirlerinin tezlerini çürütmeye çalışan bir yığın yazıyla karşılaştım. Ancak beni Türk'lerle Japon'ların eş soydan gelmiş olmalarına en fazla şüphe ettiren Letter From Iwo Jima filmi oldu. F ilmde  köylerinden kopartılıp sava...