Ana içeriğe atla

Yaşamaktan Vaz Geçmeden Önce Okumanız Gereken Gerçek Bir Yaşam Hikayesi

Çok sağlam fiziksel bir travma geçiren bir insanın "hayatta kalmak" ile "yaşamaya devam etmek" arasında kat edebileceği en uzun mesafe ne olabilir sizce ? Bu sorunun yanıtını beraberce aramadan önce kavramlarda anlaşalım. "Hayatta kalmak" başa gelen travmadan kurtulup yaşamaya devam etmek anlamında kullanılan genel geçer bir ifade. "Yaşamaya devam etmek" ise nefes alıp vermekle, Mazlow'un ihtiyaçlar piramitinin tepesinde yer alan kendini gerçekleştirmek deneyimi arasında herkesin kendince yaşamaktan ne anladığına göre çok farklı deneyimlediği hayat dediğimiz hanın iki kapısı arasındaki yolculuğumuzu tanımlamak için yerli yersiz kullandığımız başka bir ifade.

Şimdi durumu biraz daha somutlaştıralım. Bir araba karşıdan karşıya geçerken size fena halde çarpsa, hayatta kalma şansınız nedir sizce ? Diyelim ki hayatta kalmayı başardınız, modern tıp sizi ne kadar rehabilite edebilir, ve sonrasında siz hayatınıza ne koşullar altında devam edebilirsiniz ? Başka bir ifade ile insanlık tarihinde mezardan hayatın tepesine doğru yapılmış en uzun sıçrama, (sizin boyunuz, hayatınız boyunca sizce düştüğünüzün en sefil durumdan sizce vardığınız en iyi nokta arasındaki mesafe olarak tanımlansa), boyunuzun  kaç katıdır ? Bu sorunun yanıtını merak ediyorsanız aşağıdaki satırlara bir göz atın.

Kahramanımız Ramona Pierson, 16 yaşındayken kardiyolog olma hayali ile Berkeley Üniversitesi'ne başlayan, ileri olarak nitelendirilecek bir zekaya, ancak okuduğu üniversitenin ücretini karşılamaya yetişmeyecek ekonomik güce sahip, 1962 doğumlu bir Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı. Aynı koşullarda 3 tarafı denizlerle çevrili bir ortadoğu ülkesinde doğsaydı muhtemelen ergenliğini geçirdiği 1980'li yıllarda, "bizim kızın matematiği çok iyiydi hiç kırık getirmedi, üniversiteye gitmek istedi ama babası istemedi, benim bir tane kızım var dedi, göndersek iyiydi, evde çok darlandı, hiç evlenmedi, doktor anksiyetesi var dedi, kaplıcaya götürdük, orada iyiydi, döndüğümüzde yine kötüledi, ona fazla insan yaramıyor" tiradı ile kendi ailesi tarafından potansiyeli, psikoza çevrilebilirdi, ama onun kaderinde Amerikan Deniz Kuvvetlerinin, üniversitelerdeki dehaları devşirme programında fark edilip 18 yaşında gizli görev karşılığı burs verilerek, henüz Berlin Duvarının yıkılmadığı, glasnost'un Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nde en fazla ucuz masal ismi  olabileceği bir dünyada, rusların kuzey nükleer başlık taşıyan füzelerini nerelere konuşlanmış olabileceğini, karmaşık matematiksel modeller türeterek tahminleyip, F-18 pilotlarına servis etmek vardı.

1982'de 18 yaşındayken, her akşam üzeri yaptığı gibi o akşam üzeri de donanmadaki işini bitirdikten sonra saat 4'de günlük 20 kilometrelik koşusuna yeni başlamıştı ki, kendisine yeşil yanan trafik ışıklarından karşıya geçmeye yeltendiği anda, kırmızıda geçen sarhoş bir sürücü tarafından vücudu ve hayatı paramparça edildi. Biraz daha detay vermek gerekirse, köpeği çarpmanın etkisi ile anında öldü, Ramona'nın bacağı tekerleğe sıkışarak en az bir tur dönerek parçalandı, arabanın tamponu boğazını kesti, aort damarı yırtıldı, ağzından kanlar fışkırmaya başladı, o sırada oradan geçmekte olan  cesur ve bilinçli bir takım insanlar, kalbini çalıştırmak için masaj yaptılar, aralarından biri, muhtemelen bir doktor, insiyatifi ele alarak boğazını bir tükenmez kalemle delerek ambulans gelene kadar nefes almasını sağladı,  ve hala kalbi atarken muhtemelen hiç gecikmeden olay yerine ulaşan ambulansa bindirilerek hastaneye yetiştirildi.

Doktorların yapabilecekleri çok fazla bir şey yoktu, gelen bariz ölümü biraz yavaşlatmak için vücudunu önce buzla kapladılar ve en nihayetinde zavallı vakayı ilaçla komaya soktular. 18 ay süren uzun bir komanın ardından gözlerini açtığında çile dolu yolunun henüz başlangıcındaydı. Kördü, konuşamıyordu, yürüyemiyordu ve sadece 32 kiloluk bir et yığınıydı. Medikal personel O'ndan bahsederken tıp argosunda insan olmanın gerekliliklerini kaybetmiş hastalar için kullandıkları "Gomer" lakabını takmakta gecikmekle kalmadı, ümitsiz vaka için tam olarak ne yapmaları gerektiği hakkında çok fazla fikirleri de yoktu.  Boynunu, kalbini düzeltmek için yapılan 50'den fazla ameliyat boyunca, vücudunun değişik yerlerine kadavralardan alınmış kemikler, titanyum levhalar ve porselen dişler ve son olarak plastik bir burun yerleştirildi. 


Her sağlık sisteminde olacağı gibi, orada da  bu durumdaki bir hasta için daha fazla yer tutulmasının bir anlamı ve daha fazla çaba harcanmasının bir faydası olmadığına karar verilmesi çok uzun sürmedi. Colorado'daki bir yaşlı bakım evine komadan çıktığından beri 2 kilo almış olarak yani 34 kilo olarak, bir borudan beslenir ve konuşamaz bir halde sevk, bir anlamda kaderine havale edildi. Daha sonraları kendisinin anlatacağı gibi, bakım evindeki yaşlı insanlarda, toplumun çoğunda olmayan bilgelik ve zaman vardı. Ramona'yı gördüklerinde O'nun için ne yapabileceklerini sistematik olarak belirleyip, hayata dönebilmesi için her şeyi ama her şeyi sağlamaya çalıştılar. Bunların arasında battaniyeden, yatacak yere, yemek yemeyi öğretmekten, konuşmayı öğretmeye kadar insan yavrusunun belki de anne babasının sınırsız ilgisi ve şefkatiyle ancak yıllar içinde edinebileceği edinimler vardı. Ona yazmayı Alzheimer'a yakalanmış olan emekli bir öğretmen öğretti, hocasının aynı şeyleri sanki hiç anlatmamış gibi tekrar tekrar anlatmasının öğrenmesine büyük faydası olduğu ileride gülerek anlatacaktı.

Hala kördü ve ayaklarının üzerinde durmaya başladığında, hepimizin bilinçsizce onlarca defa yaptığımız caddede karşıdan karşıya eylemini başarması bile onun için başlı başına bir olaydı çünkü bunu yapmak için körlüğü bir yana post-travma sendromu ile başa çıkabilmesi hiç de kolay olmayacaktı.

Komadan çıkıp yaşlı bakım evine yerleştikten 10 sene sonra 3 farklı deneysel ameliyat geçirerek görmeye başladı. Gözlerini açtığı dünya, daha önce hiç görmediği cep telefonu, laptop'lar gibi şeylerle doluydu.  10 yıl koma ve karanlıkta geçtikten sonra günlük hayatta üzerine kafa yormaya gerek görmediğimiz nesnelere alışması bile kolay olmayacaktı. Örneğin yeniden görmeye başladığı günlerde, bir gece yarısı odada gördüğü şeyin canavar değil çamaşır sepeti olduğunu anlaması için tüm cesaretini toplayıp ona dokunması gerekecekti.

Hikayenin buraya kadar olan kısmı evet çok etkileyici helal olsun kadına diyorsanız, hemen acele etmeyin. 

Sevgili Ramona Pierson, San Fransisco Universite'sinde eğitim konusunda master derecesi aldı daha sonra Stanford'da Neuro Science doktora'sını aldıktan sonra, potansiyelini Amerikan Ordu'sunda çatışma alanında öğrenme alışkanlıkları üzerine çalıştı. The Source ve Synaptic Mash isimli online eğitim üzerine 2 farklı şirket kurdu.

Pierson hali hazırda Declara isminde, mottosu "Dünyanın Öğrenme Şeklini Değiştiriyoruz" yazan bir silicon vadisi şirketinin kurucusu ve CEO'su.





Bonus Content: Arkasındaki motivasyon tamamen militarist olsa da, 1. Dünya Savaşı'nın en ilginç karekterlerinden biri olan Adrian Carton de Wiart'ın hayat hikayesi de incelemeye değer.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Milletin İnanılmaz "Sıç"raması - Japon'ların Tuvalet Evrimi

Türkçe ve Japonca'nın aynı dil ailesinden geldiğini ilk farkettiğimde (her iki dil de dünyadaki ender aglunative dillerden) ciddi anlamda şaşırmış, önce kendime bu cahilliğimden ötürü kızmış, sonra da bu harika birlikteliğin altından çıkacak müthiş bilgilerin kokusunu alarak olayı derinlemesine araştırma ihtiyacı duymuştum. Aldığım kokuların beni birazdan anlatacağım konulara sinsice çektiğini bilmiyordum, yanılmışım. İlkin  Türk'ler ve Japon'ların arasında ciddi anlamda benzerlikler olduğunu farketmeye başladım.  Sonra işi biraz daha derinleştirince esasında hem Japon'ların hem Kore'lilerin (ki onların dili de aglunative) hem de Türk'lerin Cengiz Han'ın soyunun sağa sola yayılmış parçaları olup olmadığını ölesiye tartışan ve birbirlerinin tezlerini çürütmeye çalışan bir yığın yazıyla karşılaştım. Ancak beni Türk'lerle Japon'ların eş soydan gelmiş olmalarına en fazla şüphe ettiren Letter From Iwo Jima filmi oldu. F ilmde  köylerinden kopartılıp sava...

En İyi İkinci Dünya Savaşı Filmleri

İkinci dünya savaşı filmi izlemeyi sevmeyenimiz var mı ? Hepimizin kafadan ikinci dünya savaşı filmlerini sevmemizin sanırım en büyük nedeni , düşük bir bütçe, düdük bir ekip ve ekipmanla ikinci dünya savaşı filmi çekilmeyeceğini ve  kendisini baştan sona zengin bir dünyada bulacağını bilmemizdir. Ticari sinema izleyicisi olarak tanımlanan, " sinemayı düşünmekten ziyade düşünmemek için " kullanan kesim için bu tarzdaki filmlerin sonu zaten bellidir ve galibi baştan bilinen bir macerayı izlemeyi seçmek bile galipten taraf olarak ne doğru seçim yapabildiğini kendine kanıtlamaktır aslında.  " Savunma, Atak, Zafer, Çok Yaşa Amerika " döngüsünün dışında kalmayı becerebilmiş, tarihin bu en kanlı devrine damga vuranları kıyasıya eleştirmeyi beceren, bizi kendi içimizde derin bir sorguya sürüklemeyi başaran eserlerse genellikle sinema salonlarına ve televizyon kanallarına ulaşamadan birkaç festivalde boy gösterip ortadan kaybolurlar.  İnsanoğlunun bir yandan ikin...

Tamamen Irrasyonel Bir Konuda Doğruyu Bulan Adam - Victor Ganz a.k.a.Maldan Anlayan Adam

Karar vermek. İngilizcesi "decide". Latince "decidere" kökünden geliyor. Biraz daha incelerseniz  "de" ve "cedeare" birleşmesinden, yani fazlalıkları kesmek, ayıklamak anlamında olduğunu görebiliyorsunuz. Etimoloji bilimi her zamanki kadimliğiyle bize karar verme sanatının aslında, gereksizleri kesip atıp kendi doğrumuzu bulma işi olduğunu ne güzel açıklıyor.    Oysaki seçim yapmak insan beyni için en zor fonksiyonlardan biri.  Bundan sebep olsa gerek insan yavrusunu kötüye karşı iyiyi, hatalıya karşı doğruyu seçebilsin diye sistematik olarak eğitmeye öğretmeye çalışıp durur ama pek beceremez. Çünkü insanlarlar mantıklı karar veremezler. Nasıl ki burnumuzun dibindeki perspektifin varlığını kavrayıp kağıda yansıtabilmemiz için onbinlerce yıl perspektifsiz resim yapmışsak, günlük hayatta verdiğimiz kararların rasyonel temellere dayanmadığını anlamamız da epey vakit almıştır. Bu konuyu araştıran davranışsal ekonomi günümüzde hala elit üniversitelerd...