Ana içeriğe atla

140 Milyon Dolarlık Dirsek Sizin Olsaydı Onu Öpebilir Miydiniz ?

Farkındaysanız yazının başlığı kendi içinde iki temel problemi içeriyor. 

Birincisi, siz 140 Milyon dolarlık bir dirseğin sahibi olabilir misiniz ? 

İkincisi kaç para edeceğinden bağımsız dirseğinizi öpebilir misiniz ? Her 2 soru da size ilk bakışta deli saçması gibi gelebilir. Oysa ki bana 2 konu da uzun süredir oldukça ilginç geliyor.


Öncelikle ikinci ve kolay olan sorudan başlayalım. Bir çok insan dirseğini öpemez. Siz bu  gerçekten daha önce haberdar değilseniz ve bu yazıyı okurken bulunduğunuz ortam uygunsa çok büyük bir ihtimalle en az bir kez kendi dirseğinizi öpmeyi deneyecek, beceremeyince biraz da hile yaparak kendi dirseğinizi yalamaya bile yelteneceksiniz. Hatta bununla da yetinmeyeceksiniz daha sonra ki bir zamanda yakın çevrenizle dirseğinizi yalayabilir misin oyunu oynayıp, o sırada gaza gelip tekrar deneyeceksiniz.

Merak etmeyin siz sonu hüsranla biteceği baştan belli olan bir anlık heyecanlar için kendisini yok yere küçük düşürecek tiplerden değilsiniz. Asıl gaza gelip kendini daha feci şekilde küçük düşürenler, dirseklerini öpebildiklerini ve çevrelerinde başka hiç kimsenin dirseğini öpemediğini farkettikleri anda gezegenimize Mars'tan gelen kapsülden yeni inmiş yaratığın göreceği ilginin gösterilmesini bekler bir edayla Guiness Rekorlar kitabına başvurup sahip oldukları bu özelliğin gerçekten çok az insanda bulunduğunu ve fakat bu yeteneklerinin eşsiz kabul edilebilirlikten uzak olduğunu öğrenen kendi dirseğini ve Guiness Rekorlar Kitabına çıkmak yerine avcunu yalayanlar olduğuna, biz dirseğini öpemeyenler toplu bir şekilde inanıp içimizi rahatlatabiliriz.

Bu arada dirseğimizi neden öpemediğimiz sorusunun cevabını benden çok daha aklı başında insanların çok da ayakları yere basan kuramlar kurarak bulmaya çalıştığına eminim. Örneğin Da Vinci'nin, meşhur Vitruvian Adamını çizdikten sonra, aynı zamanda anlamsız ama ilk bakışta hemen yapılıverecekmiş gibi duran ama hiç bir zaman yapamadığımız kendi dirseğimizi yalama eylemi üzerinde yüzünde muzip bir ifadeyle kesinlikle kafa yorduğunu iddia etsem, bunun aksini bana hiç kimse ispat edemez. Öte yandan malum biz Türk'ler karşımızdakinden üstün olduğumuzu, kendimizin de rahatlıkla öpebildiği elimizi öptürerek onaylatma takıntısında olan bir toplumuz. Eminim 1980'lere kadar çocuk olmuş pek çok insan, oynadığı oyunun tam ortasında, acil bir şekilde içinde tıka basa yetişkinin olduğu bir odaya çağırılıp, kendisine uzatılan ellerin hepsini öpmeyi bitirmeden oyun oynama özgürlüğüne sayısız defa geri kavuşamamıştır. Halbuki, bu konuya bir alimimiz, bir kanaat önderimiz kafa yormuş olsa ve "Yav arkadaş, biz Türk'ler niye küçük gördüklerimize elimizi öptürüyoruz ki, canı isteyen herkes kendi elini öpsün, biz küçüklerimize dirseğimizi öptürelim, hiç birimiz kendi dirseğimizi öpemiyoruz bari bu toplumsal takıntımız bir işe yarasın" demiş olsaydı fena mı olurdu bir düşünsenize.


Biz toplum olarak yakaladığmıza elimizi öptüre duralım, tarih boyunca bir çok bilim ve sanat insanı, doğadaki, insan vücudundaki oranlardan esinlenerek, söz konusu oranları, mimaride, resimde ve fotoğrafta bir çok esere yansıtarak eserlerindeki oranın altın olması arayışı içine girmişlerdir.


Diğer yandan ilim, bilim, sanattaki oranı, altını falan bir kenara bırakıp hayatı boyunca gerçek anlamda parayı, pulu, altını bulmuş insanlar ise eninde sonunda,  kendilerini sanata vurmuşlardır. Altta gördüğünüz, Las Vegas'ın yarısına sahip (olası Türk refleksi sorularına ben de tik olarak baştan cevap vereyim, Vegas'taki benzicilerin tamamı onların mı bilmiyorum) Steve Wynn de bahsettiğim kural için bir istisna teşkil etmiyor. Kendisi Vegas'ta son dönemde yapılmış Belaggio, Encore, Le Reve gibi dünya çapında tanınmış otellerin sahibi ve aynı zamanda dünyanın en zengin ilk 500 insanından biri.




Wynn'in kişisel resim kolleksiyonunda, Cezanne, Gogh, Manet, Matisse, Gaugin gibi bir çok dünya çapında ressamın paha biçilemez eserleri mevcut. Ancak içlerinden bir tanesinin yeri Wynn için çok farklı ve en gözde otellerinden birinin ismi (dikkatli okurun şimdiye kadar çoktan farketmiş olduğu gibi) bu ünlü tablonun ismi ile aynı. Picasso'nun 1932 yılında kendisi 50 yaşındayken 22 yaşında olan sevgilisi Marie Therese Walter'a adadığı, bir önceki yazımda kendisinden bol bol bahsettiğim "Maldan Anlayan Adam - Victor Ganz"ın 1943'de varını yoğunu harcayıp 7000 doları eşinden dostundan buluşturup, bütün hayatı boyunca mütevazı evinin salonunun duvarına astığı, kendisinin ve karısının ölümünün ardından varislerinin veraset vergisinin altından kalkabilmek 1997'de 48.4 milyon dolara ismi açıklanmayan bir sanat severe satmak zorunda kaldıkları "Le Reve"den başkası değil.

Wynn 1999'da ismi açıklanmayan bir kolleksiyoncu tarafından Ganz'lardan satın alınan bu eşsiz tabloyu, 2001 yılında satın aldıktan bir süre sonra 2006'da satmaya karar verir. Uzunca bir süredir tablonun peşinden koşan ve aynı zamanda Wynn'in yakın arkadaşı olan bir başka milyarder Steven Cohen için Le Reve'e sahip olabilme fırsatı, 149 milyon dolar ödemekten daha travmatik olmalı ki, iki arkadaş aradaki bir takım uzman ve simsarların da katılımı gerçekleştirdikleri görüşmeler neticesinde satış için anlaşmaya varırlar. Üzerinde anlaştıkları bedel, o zamana kadar bir sanat eseri için ödenecek en büyük meblağ olacaktır.

Anlaşma oldukça basittir. Cohen'in temsicisi olan bir eksper Le Reve'i inceleyecek, yazdığı rapor eserin otantik ve mükemmel bir durumda olduğunu onaylarsa, para ve malın transferi gerçekleşecek ve satış sözleşmesi tamamlanacaktır. Perşembe günü gelen eksperin incelemesi aynı gün sorunsuz biter. Cuma günü rapor yazılır, geriye kalan tek işlem, haftasonundan sonra paranın transferi, yani o seviyede insanlar için artık detayların halledilmesidir.

Aradaki haftasonu Wynn için diğer hafta sonlarından çok da farklı planlanmamıştır. New York'dan dostları gelir, her zaman olduğu gibi otelinde konaklarlar, Wynn konukları ile beraber yedikleri akşam yemeğinde Le Reve'i sattığını söyler, ve arkadaşlarından bir kaçı, elinden çıkmadan önce son bir kez Türkçe karşılığı ile Rüya'yı görmek istiyoruz derler. Wynn, Le Reve'in satış anlaşmasından dolayı otelin lobisindeki muhafazasından kendi ofisine taşındığını, Pazar günü ofisinde olacağını ve uğrarlarsa memnuniyetle eseri görebileceklerini söyler. Ertesi gün yani Pazar günü arkadaşları Wynn'in ofisine gelirler, ofiste cam korumaların içinde çok değerli başka tablolarda bulunmakla beraber, Le Reve yeni sahibine nakledileceği günün arifesinde belki de son bir kez cam koruması olmadan duvarda öylece durmaktadır. Objelerin açısını ve konumunu düzgün algılamakta sıkıntı çeken Wynn konuklarına tabloları her kolleksiyonerin yapacağı tatlı dille anlatırken Le Reve'e arkasını döner, anlık bir hatası ile  güzeller güzeli Reve'e sağ dirseğini geçirmesi ile resimde yaklaşık 10 cm'lik yırtığın oluşması aynı anda olur. Belki de sırf arkadaşlarını mutlu etmek için ya da daha beteri sırf onlara kibar görünmek için yaptığı bir eylemde böylesine bir batağa saplanan bir insanın ağzından çıkabilecek en nazik ifade Wynn'in ağzından çıkar ve etrafındakilere, "Bunu iyi ki ben yaptım, siz yapmadınız" der.

Wynn, konukları ile akşam yemeğinde biraraya gelir. Çevresindekiler, sonuçta bu bir resimdi ve benimdi, kimse ölmedi ya da hasta olmadı şeklinde kalender açıklamalarını yapmaya devam eder. Hatta söylentiye göre Le Reve'i Picasso'nun 5 saatte yaptığı, dolayısı ile başına gelenlerin çok da abartılmaması gerektiğini bile söyler. Sonraları Wynn'in konuyla ilgili BBC'ye verdiği açıklamayı görmek isteyenler, aşağıdaki video'nun 45. dakikasını inceleyebilirler.



Kullandığınız cihazda yukarıdaki video direkt açılmıyorsa bu linke tıklayabilirsiniz.


Ertesi sabah anlaşmanın karşı tarafındaki sanat komisyoncularına ve alıcı tarafa yaşananlar ulaştırılır. Le Reve Wynn'in özel jetinde, New York'a aldığı zararın alıcı tarafından tespit edilmesi için götürülür ve zararın tam büyüklüğü belirlenene kadar satış anlaşması fesh edilir.

Bu arada Wynn ve karısı için bu yaşananlar, Le Reve'i satmamaları gerektiğine dair ilahi bir mesaj olarak kabul edilir ki bir çok insan başına gelen felaketlerle başa çıkabilmek için rasyonelleştirme yapamazsa zihnindeki irrasyonelleştirme mekanizmasını çalıştırır. Resmin üzerinde açılan yaklaşık 10 cm'lik yırtık, 90.000 dolar ve 6 haftalık emek karşılığında kusursuz ve pürüzsüz bir şekilde onarılsa da o dönem için planlanan satış artık gerçekleşmeyecektir. 

Bu arada mükemmel bir şekilde restore edilmiş eserine tekrar paha biçtirdiğinde 149 milyon dolarlık eserinin artık 84 milyon dolara düştüğünü öğrenen Wynn, konuklarına gösterdiği nezaketi sigortacısına göstermez ve dirseğiyle eseri yırtmadan önce anlaştığı satış fiyatı ile yeni satış fiyatı arasındaki fiyat farkını hiç düşünmeden eserin sigortasını yapmış olan Llyod's of London'dan talep eder. Sigortacılar bu parayı tabii ki ödemeye hiç hevesli olmazlar ve aralarındaki mesele Wynn'in açtığı dava neticesinde, tarafların hakim karşısında vardıkları ve detayları açıklanmayan özel bir anlaşma ile tatlıya bağlanır.

Bu arada Cohen'in Le Reve'e olan tutkusu, eserin talihsiz ama tarihi bir dirsek darbesi ile yırtılmış olması nedeni ile dinmez, belki bu anlamda zaman içerisinde daha rasyonel düşünmeyi başarır ve insanın sevdiğinin basit bir dirsek darbesi neticesinde değerinin kaybolmayacağına karar verir, yine de hepimizin zihnimizde olan belki irrasyonel karar verme mekanizması baskın çıkar ve 2013'te Le Reve'e 150 milyon dolar öder.

Le Reve, yani Rüya, eminim dünya üzerinde bir çok insanın rüyalarını hala süslemeye devam ediyordur.








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tamamen Irrasyonel Bir Konuda Doğruyu Bulan Adam - Victor Ganz a.k.a.Maldan Anlayan Adam

Karar vermek. İngilizcesi "decide". Latince "decidere" kökünden geliyor. Biraz daha incelerseniz  "de" ve "cedeare" birleşmesinden, yani fazlalıkları kesmek, ayıklamak anlamında olduğunu görebiliyorsunuz. Etimoloji bilimi her zamanki kadimliğiyle bize karar verme sanatının aslında, gereksizleri kesip atıp kendi doğrumuzu bulma işi olduğunu ne güzel açıklıyor.    Oysaki seçim yapmak insan beyni için en zor fonksiyonlardan biri.  Bundan sebep olsa gerek insan yavrusunu kötüye karşı iyiyi, hatalıya karşı doğruyu seçebilsin diye sistematik olarak eğitmeye öğretmeye çalışıp durur ama pek beceremez. Çünkü insanlarlar mantıklı karar veremezler. Nasıl ki burnumuzun dibindeki perspektifin varlığını kavrayıp kağıda yansıtabilmemiz için onbinlerce yıl perspektifsiz resim yapmışsak, günlük hayatta verdiğimiz kararların rasyonel temellere dayanmadığını anlamamız da epey vakit almıştır. Bu konuyu araştıran davranışsal ekonomi günümüzde hala elit üniversitelerd...

En İyi İkinci Dünya Savaşı Filmleri

İkinci dünya savaşı filmi izlemeyi sevmeyenimiz var mı ? Hepimizin kafadan ikinci dünya savaşı filmlerini sevmemizin sanırım en büyük nedeni , düşük bir bütçe, düdük bir ekip ve ekipmanla ikinci dünya savaşı filmi çekilmeyeceğini ve  kendisini baştan sona zengin bir dünyada bulacağını bilmemizdir. Ticari sinema izleyicisi olarak tanımlanan, " sinemayı düşünmekten ziyade düşünmemek için " kullanan kesim için bu tarzdaki filmlerin sonu zaten bellidir ve galibi baştan bilinen bir macerayı izlemeyi seçmek bile galipten taraf olarak ne doğru seçim yapabildiğini kendine kanıtlamaktır aslında.  " Savunma, Atak, Zafer, Çok Yaşa Amerika " döngüsünün dışında kalmayı becerebilmiş, tarihin bu en kanlı devrine damga vuranları kıyasıya eleştirmeyi beceren, bizi kendi içimizde derin bir sorguya sürüklemeyi başaran eserlerse genellikle sinema salonlarına ve televizyon kanallarına ulaşamadan birkaç festivalde boy gösterip ortadan kaybolurlar.  İnsanoğlunun bir yandan ikin...

Bir Milletin İnanılmaz "Sıç"raması - Japon'ların Tuvalet Evrimi

Türkçe ve Japonca'nın aynı dil ailesinden geldiğini ilk farkettiğimde (her iki dil de dünyadaki ender aglunative dillerden) ciddi anlamda şaşırmış, önce kendime bu cahilliğimden ötürü kızmış, sonra da bu harika birlikteliğin altından çıkacak müthiş bilgilerin kokusunu alarak olayı derinlemesine araştırma ihtiyacı duymuştum. Aldığım kokuların beni birazdan anlatacağım konulara sinsice çektiğini bilmiyordum, yanılmışım. İlkin  Türk'ler ve Japon'ların arasında ciddi anlamda benzerlikler olduğunu farketmeye başladım.  Sonra işi biraz daha derinleştirince esasında hem Japon'ların hem Kore'lilerin (ki onların dili de aglunative) hem de Türk'lerin Cengiz Han'ın soyunun sağa sola yayılmış parçaları olup olmadığını ölesiye tartışan ve birbirlerinin tezlerini çürütmeye çalışan bir yığın yazıyla karşılaştım. Ancak beni Türk'lerle Japon'ların eş soydan gelmiş olmalarına en fazla şüphe ettiren Letter From Iwo Jima filmi oldu. F ilmde  köylerinden kopartılıp sava...