Ana içeriğe atla

Elinizdeki Akıllı Telefondan Daha Fazlasını Almanın Yolları

Ülkemizde GSM abonesi sayısı yaklaşık 67 milyonlarda.  BTK'nın düzenli olarak her çeyrekte yayınladığı sektörel raporlara bakacak olursak, cep telefonu denilen meret  9 yaş üzeri nüfus tarafından kullanılır varsayımından yola çıkıldığına abone sayısının ülke nüfusuna oranı  %107'lere dayanmış durumda. Mobil geniş bant erişime sahip 3G abone sayısı ise 45 Milyon civarında. Bu şekilde baktığımız zaman Türkiye'de 45 Milyon kişinin yaldır yaldır internet'i kullandığını düşünebilir miyiz ? Sanmıyorum.  Mobil operatörlerde IOS ya da Android gibi işletim sistemlerine sahip akıllı cep telefonu kullanıcılarının çok düşük bir oranının bir internet paketi olup bundan yararlandıkları bir sır değil. Bu oran  hala %20'lerde seyrediyor. Peki insanlar bu telefonların hızlı internet özelliklerini kullanmıyorlarsa neden binlerce TL verip bu telefonlardan ediniyorlar. Gösteriş, sosyal statü ? Belki, ancak kaçırdıkları birşey var, sosyal medyada olmadıkları sürece sosyal statülerinde ciddi bir bir gerileme olacağı kesin.





Akıllı telefon nasıl kullanılır, akıllı telefondan nasıl yararlanılır konularda temel bir kaç ip ucu ihtiyaç sahipleri için aşağıda.

BİR. Evinizde genişbant internet erişimi (ADSL, vb) olma ihtimali tarifenizde internet erişimi olmasından daha yüksek. Dolayısı ile başlangıç olarak cep telefonunuzun WiFi özelliğini açın telefonunuzdan direkt internete girmeye başlayın. Eğer TTNET abonesi iseniz, hotspot adı verilen, bir çok popüler noktada internet'e WiFi girmenizi sağlayan TTNET WiFİ hizmetinden var olan tarifenizle yararlanma şansınız var. Daha fazla bilgi için TTNet WiFi. Ayrıca pek çok cafe'de ücretsiz WiFi hizmeti olduğunu belirtmekte fayda var.

İKİ. Bütün mobil operatörler, sizi bir şekilde mobil internet'in vaz geçilmez dünyasına kazandırmak için türlü türlü kampanyalar yapıyorlar. Basitce kendinize bir mobil internet tarifesi edinin. Hangi paket sorusuna çok genel ve basit bir cevap, sadece face'e bakıp çıkarım, arada bir maillerimi okurum, zinhar play tuşuna basıp video izlemem diyorsanız belki 100 mb'lık bir paket de yeter, kafam rahat olsun istiyorsanız 500 mb, rahat rahat kullanırım diyorsanız 1 GB'lık paketi alın devam edin.

ÜÇ. Elinizdeki telefon internet üzerindeki diğer web servislerini, (google, facebook, twitter, pinterest ve diğerleri) kullanmadan çok da akıllanamıyor aslında. Artık bir çok uygulama da bu majör uygulamalarla uyumlu. Elinizdeki telefonun ayarlar kısmından hesaplar sekmesine ulaşın, sahip olduğunuz hesapları bir defalığına telefonunuza girin ki akışınızda bir sıkıntı olmasın. Bu arada icloud ve google hesaplarınızda adres defterinizi tutarsanız telefon çalındı, bozuldu derdiniz olmaz. Tek derdiniz kişisel bilgilerinizi google'a ya da apple'a çaldırmak daha doğrusu altın tepside sunmak olabilir. Bu da zaten dijital dünyada bastığımız her tuştan haberi olan dünya devlerinden bilgi saklamanın bir anlamı kaldı mı ki sorusunu gündeme getirir. Bu arada, "Hekime, hakime eşine ayıp olmaz" diye bir atasözü vardı, onun version 2.0'ını, "Face', Google'a ve Apple'a ayıp olmaz" olarak çeviriyor ve buradaki yeni nesil atasözleri listeme ekliyorum müsadenizle.


DÖRT. Gerçek anlamda akıllı telefon kullanmaya başladığınızı, aklınızı tamamen telefona devrettiğinizi farkedince anlarsınız. Bunun için birinci yol, bütün notlarınızı telefonunuza almaya başlayın. Telefonunuza derken, telefonunuzdan girip, buluta depolama yapmaktan bahsediyorum ki, girdiğiniz notlar bütün cihazlarınızda senkron olsun. Kullanabileceğiniz yığınla uygulama var. Ben eskiden Microsoft OneNote'cuydum. Artık Evernote'cu oldum. Google'ın reminders uygulaması da fena değil. Bu arada kontaktlarınızı eğer android kullanıcısıysanız google account'unuzla senkronize etmenizi, iphone kullanıcısıysanız icloud ile senkronize etmenizi tavsiye ederim. 

BEŞ.  Facebook'du twitter'dı artık bunlara deyinmeye gerek yok sanırım. Sosyalleşmeyi biraz daha ileri boyuta götürün ve sosyal bir fotoğrafcı olun. Eskiden sadece profesyoneller tarafından binbir masraf ve güçlüklükle uygulanabilen filtreler artık bir parmak tıklamanızın ucunda. Makinenize hemen instragram'ı yükleyin. Kendinize paylaştığınız fotoğraflara dayanabilecek bir çevre edinin ve paylaşmaya başlayın. Unutmayın Instagram face'e koyduğunuz filtresiz anı fotoğrafları için çok doğru bir mecra değil. Filtreleri kullanırken elinizi korkak alıştırmayın, bir mesajınız varsa resmin altına yazmak için utangaç davranmayın ve biraz yaratıcı olun. Instagram'da takip edilecek çok değişik ve tematik kullanıcılar var, biraz zaman ayırıp dünya sosyal fotoğrafcılıkta neler yapıyor incelemek isterseniz buraya ya da buraya tıklayın . Unutmayın Instragram kendisi hyper bir application olmakla beraber kendi ekosistemini de oluşturdu. Derdiniz yemek resimleri paylaşmaksa instafood gibi bir instragram uygulaması edinin çok daha klas ve tematik yemek resimleri paylaşın. Bu konuda derinleşmek istiyorsanız anahtar kelime sizin için insta, unutmayın.

ALTI. İşin etiğini unutmayın. Başkalarıyla etkileşmediğiniz bir internet artık çok gerilerde kaldı. iyi gününüz kötü gününüz ne varsa artık sosyal ağlarda. Bunu yazan da yapan da sizlersiniz. Aman dikkat, klasik sosyal hayatta görgü kuralları neyse sosyal medyanın da bir adabı var. Daha fazlası için buyurun buradan okuyun.





YEDİ. Madem gönül rahatlığıyla bütün hesaplarınızı girdiniz, bir de elinizdeki telefonla nerede olduğunuzun santim santim takip edilmesi iznini, resmi olarak verin de kafanız rahat esin. Iphone kullanıyorsanız where is my ipphone uygulamasını aktif edebilirsiniz. Android'de de find my phone diye bir özellik var. Unutmayın cep telefonunuzun GPS özelliğini açarsanız telefonununuz yanı sizin santim santim nerede olduğunuz tespit edilebilir. GPS özelliğini açmazsanız canınız sağolsun, cebinizdeki telefonun çevredeki baz istasyonları ile sinyalleşmeleri kullanılarak, en fazla 50 metre sapma ile zaten lokasyonunuz bellidir.




SEKİZ. Hiç bir zaman 3 boyut insanı olamadım. Tanımadığım bir şehirde elinde harita yol bulmak benim için dünyanın en sıkıcı işidir. Ayrıca bu devirde bence son derece "old school" bir eylem. Tek dert, roaming giderlerinizi ödeyecek yüklü bir cüzdanınız veya bonkör bir işvereninizin olması. Haritalar bir kez indiğinde acil durumlarda bile roaming halindeyken gideceğiniz yeri tespit etmeniz çok da canınızı acıtmayabilir. Ancak baştan aşağı bir şehrin haritasını roaming yaparken indirmek çok da mantıklı bir hareket değil. Bu yüzden trip advisor gibi uygulamaların harita ve rehberlerini paşa paşa gitmeden birkaç gün önce telefonunuza evdeyken indirin.  Unutmayın "Home is where wifi connects automatically"



DOKUZ. Mobil internet paketleri her cep için hala bir opsiyon değil. Tarifesinde mobil internet kotası olan herkes için hala şuursuzca harcanacak bir kaynak değil. Bu yüzden "3G Off-load" olarak nitelendirilen hareketi yapın. Çevredeki Wifi Hotspot'ları arayın. Sinyali bulduğunuz zaman verin coşkuyu, artık ne diyeyim :)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tamamen Irrasyonel Bir Konuda Doğruyu Bulan Adam - Victor Ganz a.k.a.Maldan Anlayan Adam

Karar vermek. İngilizcesi "decide". Latince "decidere" kökünden geliyor. Biraz daha incelerseniz  "de" ve "cedeare" birleşmesinden, yani fazlalıkları kesmek, ayıklamak anlamında olduğunu görebiliyorsunuz. Etimoloji bilimi her zamanki kadimliğiyle bize karar verme sanatının aslında, gereksizleri kesip atıp kendi doğrumuzu bulma işi olduğunu ne güzel açıklıyor.    Oysaki seçim yapmak insan beyni için en zor fonksiyonlardan biri.  Bundan sebep olsa gerek insan yavrusunu kötüye karşı iyiyi, hatalıya karşı doğruyu seçebilsin diye sistematik olarak eğitmeye öğretmeye çalışıp durur ama pek beceremez. Çünkü insanlarlar mantıklı karar veremezler. Nasıl ki burnumuzun dibindeki perspektifin varlığını kavrayıp kağıda yansıtabilmemiz için onbinlerce yıl perspektifsiz resim yapmışsak, günlük hayatta verdiğimiz kararların rasyonel temellere dayanmadığını anlamamız da epey vakit almıştır. Bu konuyu araştıran davranışsal ekonomi günümüzde hala elit üniversitelerd...

En İyi İkinci Dünya Savaşı Filmleri

İkinci dünya savaşı filmi izlemeyi sevmeyenimiz var mı ? Hepimizin kafadan ikinci dünya savaşı filmlerini sevmemizin sanırım en büyük nedeni , düşük bir bütçe, düdük bir ekip ve ekipmanla ikinci dünya savaşı filmi çekilmeyeceğini ve  kendisini baştan sona zengin bir dünyada bulacağını bilmemizdir. Ticari sinema izleyicisi olarak tanımlanan, " sinemayı düşünmekten ziyade düşünmemek için " kullanan kesim için bu tarzdaki filmlerin sonu zaten bellidir ve galibi baştan bilinen bir macerayı izlemeyi seçmek bile galipten taraf olarak ne doğru seçim yapabildiğini kendine kanıtlamaktır aslında.  " Savunma, Atak, Zafer, Çok Yaşa Amerika " döngüsünün dışında kalmayı becerebilmiş, tarihin bu en kanlı devrine damga vuranları kıyasıya eleştirmeyi beceren, bizi kendi içimizde derin bir sorguya sürüklemeyi başaran eserlerse genellikle sinema salonlarına ve televizyon kanallarına ulaşamadan birkaç festivalde boy gösterip ortadan kaybolurlar.  İnsanoğlunun bir yandan ikin...

Bir Milletin İnanılmaz "Sıç"raması - Japon'ların Tuvalet Evrimi

Türkçe ve Japonca'nın aynı dil ailesinden geldiğini ilk farkettiğimde (her iki dil de dünyadaki ender aglunative dillerden) ciddi anlamda şaşırmış, önce kendime bu cahilliğimden ötürü kızmış, sonra da bu harika birlikteliğin altından çıkacak müthiş bilgilerin kokusunu alarak olayı derinlemesine araştırma ihtiyacı duymuştum. Aldığım kokuların beni birazdan anlatacağım konulara sinsice çektiğini bilmiyordum, yanılmışım. İlkin  Türk'ler ve Japon'ların arasında ciddi anlamda benzerlikler olduğunu farketmeye başladım.  Sonra işi biraz daha derinleştirince esasında hem Japon'ların hem Kore'lilerin (ki onların dili de aglunative) hem de Türk'lerin Cengiz Han'ın soyunun sağa sola yayılmış parçaları olup olmadığını ölesiye tartışan ve birbirlerinin tezlerini çürütmeye çalışan bir yığın yazıyla karşılaştım. Ancak beni Türk'lerle Japon'ların eş soydan gelmiş olmalarına en fazla şüphe ettiren Letter From Iwo Jima filmi oldu. F ilmde  köylerinden kopartılıp sava...